Dr. Utkan Tiyekli, Psikiyatrist 0533 373 81 23
Kaygı Bozuklukları
21/09/2013 Kaygı Bozuklukları Kaygı yaşamın normal bir parçasıdır. Günlük yaşam içinde değişik konularla ilgili kaygılar duymak normaldir. Yapılması gereken bir iş, sınav, sağlık, para, çocuklar ve aileyle ilgili sorunlar birçok insanı kaygılandırabilir. Kaygı normalde bizim günlük sorunlarla baş edebilmemiz için hazırlıklı olmamızı sağlar.
Kaygının bir ruhsal hastalık olarak sayılabilmesi için yaşanılan kaygıların aşırı hale gelmesi ve kişinin iş yaşamını, özel yaşamını ve toplum yaşamını etkilemeye başlaması gerekir.
Kaygı bozukluklarında kişilerde genellikle yorgunluk, dikkat bozukluğu, konsantrasyon güçlüğü, en ufak sesle kolayca irkilme, uykuya dalamama, gece sık sık uyanma gibi belirtiler görülür.
Bu kişiler genellikle gerçek bir neden yokken ya da nedeni olsa bile durumla uygunsuz ve aşırı bir biçimde endişe duyarlar. Çoğu zaman kişi endişelerinin aşırı olduğunun farkındadır, ancak endişelenmelerini denetleyemezler ve bir türlü sakinleşemez.
Biz kaygı bozukluklarını kabaca 6 sınıfta incelemekteyiz:
Yaşanılan stresler kaygı bozukluklarının gelişiminde oldukça önemli rol oynarlar. Hatta stresli yaşam olaylarının tekrarlanması halinde bu hastalıklar genellikle kötüleşirler.
Ayrıca bu hastalıkların oluşmalarında ve ilerlemelerinde “kalıtsal etkenler, beyinde ortaya çıkan değişiklikler, kişinin kişilik özellikleri, fiziksel hastalıklar” gibi kişisel farklılıkların da katkısı oldukça fazladır.
Bu hastalar yorgunluk, gerginlik, kas ağrısı ve baş ağrısı gibi bedensel belirtiler nedeniyle genellikle psikiyatri dışı branş hekimlerine başvururlar. Doğru tanının konması ve uygun biçimde tedavi edilmesi gecikebilir.
İlk başvuruda kapsamlı bir ruhsal değerlendirmenin yanı sıra, bu belirtilerin herhangi bir fiziksel hastalıktan kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için bazı tetkiklerin yapılması da şarttır. Yaygın anksiyete bozukluğu Yaygın Anksiyete Bozukluğu (YAB) olan kişiler sürekli, aşırı ve nedensiz bir endişe durumu yaşarlar. Bu aşırı endişe, kişinin günlük yaşamını ve aile yaşamını olumsuz yönde etkiler. Bu kişiler hep olabilecek en kötü sonucu düşünürler. Sürekli irkilirler, gergindirler ve boğulacak gibi olurlar. Bu kişiler özellikle kendilerinden daha çok sevdiklerinin başına hep kötü şeylerin geleceğine inanırlar. Toplumda her 100 kişiden 5-6’sı yaşamlarının herhangi bir zamanında bu rahatsızlığı yaşayabilir. Yaşla birlikte kaygı duyarlılığı artar. YAB’a sıklıkla bazı bedensel belirtiler eşlik eder. Bunlar nedensiz yorgunluk, başağrısı, kas ağrıları, yutma güçlüğü, terleme, bulantı, sersemlik hissi, sıcak basması gibi fiziksel yakınmalardır. Hastalığın belirtileri dönem dönem azalır ve artar. Stresli yaşam olayları hastalığı çoğunlukla kötüleştirirler. Bu hastaların yarısında birlikte depresyon hastalığı da görülür. YAB tedavi edilebilir bir hastalıktır..! İlk yapılması gereken bir psikiyatri uzmanına başvurmaktır. Kapsamlı bir ruhsal değerlendirmenin yanı sıra, bu belirtilerin herhangi bir fiziksel hastalıktan kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için bazı incelemeler yapılmalıdır. Bu kişiler çoğunlukla tedaviden yarar görürler. Psikoterapi ya da ilaç tedavileri uygulanabilir. İlaç tedavisinde antidepresan ve anksiyolitik ilaçlar kullanılır. Tedavinin amacı kaygı ve gerginliğin hızla azaltılmasıdır. Tedavide kullanılan ilaçlar doktor kontrolünde verildikleri sürece (özellikle yeşil reçete olanlar) bağımlılık yapmazlar. Tedavi belirtiler tamamen düzelene kadar sürmelidir. Tam düzelme sağlandıktan sonra kişinin durumuna göre tedaviye en az 1 yıl daha devam edilmelidir. Sosyal Fobi (Sosyal Anksiyete Bozukluğu) Sosyal fobi, kişinin toplumsal ortamlarda mahcup ya da rezil olacağı konusunda belirgin ve sürekli korkusunun olduğu bir kaygı bozukluğudur. Kişiler özellikle tanımadıkları kişilerin yanında bulunmaktan, yemekten, içmekten ya da yazı yazmaktan olabildiğince kaçınmaya çalışırlar. Sürekli ellerinin ya da seslerinin titrediğini başkalarının fark edeceğini düşünürler. Bu yüzden toplum önünde konuşmaktan çekinirler. Sosyal fobi genellikle ergenlik döneminde başlar. Hiç evlenmemiş, işsiz ve eğitim düzeyi düşük kişilerde daha sık görülür. Akrabalarında sosyal fobi olan kişiler daha risklidirler. Ailenin çocuk yetiştirme tarzı ve başkalarıyla yeterince görüşmemesi oldukça önemlidir. Bu kişilerin aileleri ya aşırı koruyucu bir biçimde çocuğu toplumdan uzak tutarlar, ya da tam tersine sürekli aşağılayıcı, cezalandırıcı bir tutum sergilerler. Sonuçta çocukta kendine güvensizlik ve başarısızlık korkusu başlar. Kişide diğer kaygı bozukluklarında olduğu gibi bazı bedensel belirtiler ortaya çıkar. Bunlar yüz kızarması, terleme, ağız kuruluğu, çarpıntı, nefes darlığı, karın ağrısı, ishal, kas gerginliği gibi belirtilerdir. Kişi karşısındakiyle göz teması kuramaz, kısık ve titrek bir sesle konuşur, sürekli ellerini gizlemeye çalışır. Bu bedensel belirtilerin yanında kafalarında sürekli “güçsüzüm, yetersizim, çirkinim, beğenilmiyorum, sevilmeye layık değilim, hata yapmamalıyım, mükemmel olmalıyım, kaygılı olduğumu belli etmemeliyim, rahat davranmalıyım, kusursuz görünmeliyim, herkesin beğenisini kazanmalıyım” gibi düşünceler dolaşır. Kişinin beyin yapısı (yatkınlığı) oldukça önemlidir. Yatkınlığı olan kişinin yaşadığı kötü bir olay bu hastalığı tetiklemiş olabilir. Örneğin sınıfta ders anlatırken bir hata yapmış ve arkadaşları ona gülmüştür. O da rezil olduğunu düşündüğü için utanmış ve bazı bedensel belirtiler göstermiştir. Bir dahaki sefere ders anlatmak için yine tahtaya çıktığında kişi önceki deneyimini hatırlar ve aynı duyguları yaşamaya başlar. Bu kişiler bu duygulardan ve bedensel belirtilerden o kadar korkarlar ki, sürekli böyle durumlardan uzak durmaya çalışırlar. Markette alışveriş yapmak, insanların yanında telefonda konuşmak, resmi kurumlarda işlem yapmak, beğenmediği malı iade etmek bu kişiler için oldukça can sıkıcıdır. Aslında sosyal fobinin devam etmesini sağlayan da bu tür toplumsal ilişkilerden hep uzak durmaya çalışma çabasıdır. Sosyal fobi tedavisi olan bir hastalıktır. İlaç tedavisi ve psikoterapi (Bilişsel davranışçı terapi, grup terapisi, gevşeme egzersizleri vb.) uygulanır. İlaç tedavisi ile psikoterapi beraber uygulandığında başarı çok daha yüksektir. Kullanılan ilaçlar bağımlılık yapmazlar. Terapilere düzenli katılmak ve en önemlisi sabırlı olmak şarttır. Sosyal fobi mesleğinizde yükselmeye, arkadaş edinmenize, hatta evlenmenize bile engel olabilir. Kısacası yaşamınızdan zevk almanızı engeller. Kötü bir anının gelecekte yaşamınızı etkilemesine izin vermeyin. En azından psikiyatriste başvurmaktan çekinmeyin. Sosyal fobiyi yeneceğinizi göreceksiniz. Yeter ki kendinize şans verin. Artık yaşamınızı kısıtlamayın..! Panik Bozukluk (Panik atak korkusu) Tüm okuyuculara tekrar merhaba..! Bu hafta yine kaygı bozukluklarına devam ediyoruz. Bu haftaki konumuz panik bozukluk. Öncelikle panik atak tanımını yapmalıyız. Bunlar aniden ortaya çıkan ve insanı dehşet içinde bırakan yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleridir. Panik Atağı, birdenbire başlar, giderek şiddetlenir. 10 dakika içinde en şiddetli düzeye çıkar. Çoğunlukla 10-30 dakika (seyrek olarak da 1 saate kadar) devam ettikten sonra kendiliğinden geçer. Panik atakta çoğunlukla görülen belirtiler şunlardır:
Panik Bozukluğu aslında bu belirtilerin ortaya çıkmasına karşı duyulan korku ile birlikte olmasını engellemek için kişinin kendince aldığı önlemlerin tümüdür.
Kişi panik atak sırasında “kalp krizi” geçirdiğini ya da felç geçirmekte olduğunu düşünür ve yoğun bir “ölüm korkusu” ya da “felç olma korkusu” yaşar. Hatta “kontrolünü kaybetmeye” ya da “çıldırmaya başladığını” düşünerek kendisine ya da çevresindekilere bir zarar vermekten korkmaya başlar.
Genelde en yakın acil servise gidilir. Yapılan incelemelerde hiçbir şey bulunmaz, oksijen verilerek ya da “sakinleştirici” bir iğne yapılarak evine gönderilir. Bazen de yanlış tanı konularak hastaya antibiyotikler, nefes açıcılar, tansiyon ve kalp ilaçları ve vitaminler gibi değişik ilaçlar verilir.
Hastanın nesi olduğu sorulduğunda doktorlar “hiçbir şeyi yok” ya da “stresten olmuş” derler.
Hasta artık delirdiğini düşünür ve panik atak geçirebileceğini düşündüğü ortamlardan uzak durmaya çalışır. Evde yalnız kalmaktan korkar. Sürekli sevdiklerini yanında ister. Kalabalığa giremez ve tek başına dışarı çıkamaz hale gelir.
Panik bozukluk kesinlikle tedavisi olan bir hastalıktır..! İlaç tedavisi ve psikoterapi (Bilişsel davranışçı terapi, gevşeme egzersizleri vb.) uygulanır. İlaç tedavisi ile psikoterapi beraber uygulandığında başarı çok daha yüksektir. Kullanılan ilaçlar bağımlılık yapmazlar. Panik atak geçirmekten korkmayın. En önemlisi bu ataklar hayatınızı engellemesin. Panik atak bir delilik değildir..!
Travma Sonrası Stres Bozukluğu Kişiyi aşırı korkutan, dehşet içinde bırakan, çaresizlik yaratan, çoğu kez olağandışı ve beklenmedik olayların yol açtığı etkilere ruhsal travma denir. İnsan hayatında sıkıntı ve üzüntü yaratan pek çok olay olur, ancak bunların tümü ruhsal travma yaratmaz. Hastalığın oluşması ve sürmesi kişiye ve travmanın cinsine göre değişir. Ruhsal sorunlara en sık yol açtığı bilinen travma türleri şunlardır:
Diğer insanlarla paylaşılabilen travmalar (deprem, sel, yangın vb.) daha kolay iyileşirken, paylaşmak bir yana, kendi öz ailesi tarafından bile gizlenen ve utanılan travmalar (taciz, tecavüz, işkence vb.) çok daha zor iyileşirler. Travma sonrası stres bozukluğu yıllarca sürebilir, kişiyi depresyona ve sonunda intihara dahi sürükleyebilir. Uykusuzluk, kabuslar, olayı sürekli tekrar tekrar yaşıyor olma hissi (flashback), olayı hatırlatacak yerlerden kaçınmayla birlikte aşırı huzursuzluk, tedirginlik ve sinirlilik hali sık görülür. Hele kişi yaşadığı olaydan ötürü hep kendini suçluyorsa ve de “ben zaten bunu hak etmiştim, kötülükleri hep ben üstüme çekiyorum, cezalandırılıyorum” gibi düşüncelere sahipse hastalık çok daha şiddetlenir. Olay hiç olmamış gibi davranan ve unutmaya çalışanlarda hastalığın iyileşmesi çok daha zordur. Tam tersine sorunlarına yardım arayan, başkalarıyla paylaşan, hakkını arayan kişiler daha çabuk iyileşirler. Bazen olayın ayrıntıları ve özellikle de en acı verici bölümü ya unutulur ya da çok zor hatırlanır. Ancak artık unutuldu zannedilse de bu hastalık devam eder. Ayrıca travma yaşayan kişilerde diğer insanlardan uzaklaşma ve gelecek beklentisinin kalmaması gibi belirtiler de sıktır. “Benim yaşadıklarımı kimse anlayamaz” tarzında düşünme sık görülür. Hastalık ilerledikçe özellikle sevinç ve hüzün gibi insancıl duygular körelir. Çünkü hüzünlenmek kişiye travmayı ve acılarını hatırlatır. Kişi yaşadığı acıların üstünü örtmeye çalışır. Sevinç zaten hak etmediğini düşündüğü bir duygudur, hatta sevinirse sanki travma tekrarlayacak gibi hisseder. Hayatı travma öncesi ve sonrası şeklinde ayırır. Travmayla tükenen dünyasında sevince yer yoktur. Dünya artık berbat bir yerdir. Bu kişiler bazen kendilerine yardım etmeye çalışanlara dahi öfke duyarlar. Sadece aynı travmayı yaşamış kişilerle görüşüp, diğerleriyle ilişkiyi keserler. Bu rahatsızlığın tedavisinin olduğunun bilinmemesi ve unutmaya çalışmak hastalığı çok daha şiddetlendirir. İyileşmeyi en çok etkileyenler yardım aramaya çekinmek, umutsuzluk ve güvensizliktir. Oysa bu tür sorunların hem psikolojik (psikoterapi) hem de ilaçla birlikte başarıyla tedavileri mümkündür. Lütfen kendinizde veya yakınlarınızda travma ile ilgili ruhsal sorunlar gözlüyor iseniz, çekinmeden bu konuda danışmanlık ve bilgi alabileceğiniz merkezlere başvurunuz. Zaman her şeyin ilacı değil..!
Obsesif-Kompulsif Bozukluk-OKB (Takıntı-Zorlantı Hastalığı) OKB, takıntı-zorlantı hastalığı olarak da bilinen bir bozukluktur. Hastalar, istemeden gelen düşüncelerinden (obsesyonlarından) oldukça utanırlar. Kovamadıkları düşünceleri daha da artar ve artık delirdiklerini düşünürler. Tüm günlerini bu saçma olduğunu bildikleri davranışlarla ve düşüncelerle geçirirler ve sürekli bunlarla savaşırlar. Öncelikle bu bozukluğun ne olduğunu bilmemiz tedavi için oldukça önemlidir ve faydalıdır. Ben bu rahatsızlığa hastalık gözüyle bakmıyorum.. Genel kullanılan şekli olan bozukluk kelimesini daha uygun buluyorum. Obsesyon (Takıntı): Kişinin aklına girmesine engel olamadığı ve aklından atamadığı düşünce, fikir ve dürtülerdir. Bunlar kişinin isteği dışında gelirler ve kişiyi oldukça fazla sıkıntıya sokarlar. Kompulsiyon (Zorlantı): Takıntılarını azaltmak için yapılan yineleyici davranışlar ve zihinsel eylemlerdir.
Bulaşma ve Temizlik: Kişinin bedeninin, giysilerinin, etrafının kirlendiğine veya bunlara pislik bulaştığına dair takıntılarıdır. Ortaya çıkan sıkıntıyı gidermek için sürekli temizlik yaparlar ya da yıkanırlar hatta abdest alırlar. Bunlar artık banyodan çıkamaz hale gelirler ve evdeki sabunları, çamaşır sularını bitirirler. Kuşku ve kontrol: En sık görülen tiptir. Bunlar gaz ocağı, kapı, kilit gibi nesnelerin açık kalmış olabileceğinden, ütü vs. elektrikli aletlerin fişlerinin prizde takılı kalmış olabileceğinden kuşku duyarlar (kuşku obsesyonu). Emin olmak için tekrar tekrar kontrol etme gereksinimi duyarlar (kontrol kompulsiyonu). Cinsel obsesyonlar: Bu hastalar istemeden cinsel içerikli olan ya da terbiyesiz olarak tanımladıkları düşünceler ya da bazı cinsel hayaller yaşarlar. Bu düşünceleri kovamadıkları için utanırlar ve kendilerini sapık zannederler. Dini obsesyonlar: Sürekli kendi inancına zıt dini içerikli takıntılar ya da görüntüler yaşarlar. Sürekli istemeden gelen küfürlerle ya da görüntülerle boğuşurlar ve kurtulmak için sürekli tövbe ederler, dua okurlar. Günah işlediklerini düşünürler ve çok utanırlar. Simetri/düzen: Her şeyi eşitlemeye, düzenlemeye, sıralamaya ve simetrik hale getirmeye çalışırlar. Sayma: Kişi herhangi bir hareketi belirli bir sayıya kadar saymadan yaparsa işinin rast gitmeyeceğini düşünür ve sürekli içinden bunları sayar. Biriktirme ve saklama: Kişi “ileride gerekli olabilir” şeklinde bir düşünce ile gerekli olmayacak eşyaları bile biriktirebilir / saklayabilir.
Çoğu kişiye ve kültüre özgü bazı inanışlar, davranışlar, uğurlu ya da uğursuz sayılan sayı ve renkler olabilir. Nazardan korkmak, merdiven altından geçmemek, çocukların üstünden atlayıp geçmemek, evden sağ ayakla çıkmak, yatağın sol tarafından kalkmamak gibi olan bu tür inanışlar eğer günlük yaşam aktivitelerini engelleyecek kadar sık ve yoğun ise o zaman hastalık sayılırlar. “Temiz, tertipli ve düzenli olmanın; güvenlik amacı ile kapıları, pencereleri kontrol etmenin ne zararı var, bunlar hastalık mı sayılmalı?” diyebilirsiniz. Elbette bu davranışları günlük yaşamımızda hepimiz yapıyoruz..! Ancak bunlar hayatımızı etkiler hale gelmişse tedavi edilmeleri gerekir. Örneğin, bir ev hanımının temiz ve düzenli olması hastalık sayılmaz. Ancak saçma gelse de bu hanım tüm evini abartılı bir biçimde sürekli temizliyorsa, pislik korkusu yüzünden kimsenin evine gelmesini istemiyorsa, kimseye gitmiyorsa ve artık temizlik yapmaktan yorgun düşüyorsa bu bir bozukluktur. Tedavide ilaç tedavisinden ve psikoterapiden (özellikle bilişsel-davranışsal terapi) yararlanılır. İlaçsız tedavi çok zordur. Hatta tedavinin en az iki yıl sürdürülmesi gerekir. İlerlemiş hastalarda ek tedavi yöntemlerine, hatta cerrahi girişime bile gerek duyulabilir. Takıntılarınızdan dolayı kendinizi suçlamayın..! İstenmeden oluşan bu takıntılar sizi yoruyorsa, kurtulamıyorsanız bu hastalığın tedavisinin olduğunu bilin ve en yakın psikiyatri merkezine başvurmaktan çekinmeyin.. Bu tür bir rahatsızlığınız varsa sapık, katil, günahkar, pis, kötü ya da hasta ruhlu değilsiniz..! Bunlar obsesyonların sizde yarattığı korkulardır. Tedaviye ne kadar erken başlarsanız o kadar çok faydalanır ve bir o kadar da kolay kurtulursunuz. Sağlıklı günler dileğiyle.. Sınav Kaygısı Sınav kaygısı, öğrenilen bilginin sınavda etkili bir halde kullanılmasına engel olan yoğun bir kaygı halidir. Öğrencide huzursuzluk, iç sıkıntısı, başarısızlık korkusu, çalışmaya isteksizlik, mide bulantısı, çarpıntı, titreme, ağız kuruluğu, terleme, uyku düzeninde bozukluklar görülür. Öğrenci sonunda kendi davranışlarını denetleyemez bir hale gelir… Gerçekçi olmayan düşünceler ve inançlar bu kaygının oluşmasının en önemli nedenidir. Bu durum mükemmeliyetçi, rekabetçi kişilerde daha sık görülür. Hatta bu çocukların aileleri genelde baskıcı, kontrolcü, rekabetçi ve hırslı kişilerden oluşmuştur. Çocuk ailenin aynasıdır. Başarısızsa sizin de payınız vardır. “Dershaneye gönderdik, hocalar tuttuk, daha ne yapalım” derken önce kendi hatalarınızı bir düşünün.. Sadece bunlar sizin iyi aile olduğunuzu göstermez.. Aileler sınırlarının farkında olmalıdırlar..! Ailelerin güven ve sorumluluk vermeleri, öğrenciyi bir birey olarak önemsemeleri gerekir. Cezalandırıcı, öfkeli yaklaşımlar fayda getirmez. Olumlu gelişmeleri teşvik edici bir tutum çok daha faydalıdır. Sınavla ilgili konuşurken özenli ve gerçekçi olmalı, en önemlisi de sürekli akranlarıyla kıyaslamaktan kaçınılmalıdır. Sınavı yüceltmemek, ölüm kalım sorunu yapmamak, korkutmamak gerekir. Öğrencilere kızarken önce aynaya ve kendinize bakın.! Hep diğer çocuklarla karşılaştırmak yerine güven verin.. [Metin Kutusu]Sıklıkla gözlenen olumsuz otomatik düşünceler ve inançlara örnekler: [Metin Kutusu]Alternatif düşünceler geliştirerek şimdiki sorunlara odaklanmak gerekir: Terapi öncesinde öncelikle öğrenciyi değerlendirmek ve biyolojik bir rahatsızlık olan Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğundan (DEHB) ayırmak gerekir. Öğrenciyle ailesinin sınavla ilgili düşünce ve inançlarını ayrı ayrı sorgulamak, birbirlerinden beklentilerini ve hedeflerini sormak gerekir. Bu inançları değerlendirmek zaman ister. Genelde sınav öncesi dönemde psikiyatri poliklinik başvuruları artar. Oysa erken başlanırsa terapiyle birlikte başarı daha da fazladır. Terapide kaygıya adım adım yaklaşılır. Sınavda olduğu hayal ettirilir, nefes alma egzersizleri ile yapay bir kaygı alanı yaratılır (imajinasyon). Gevşeme egzersizleri ile birlikte bu kaygıyı bastırmaya değil, onu kabul etmeye ve tanımaya çalışılır.
Sınav öncesi neler yapılmalıdır? Sınava ilişkin inançlar gözden geçirilerek yeni bir düşünce süreci yaratmak gerekir. Az olan zaman iyi kullanılmalıdır. Sınava yönelik çalışmaları son güne bırakmamak önemlidir. Beslenme ve uykuya dikkat edilmelidir.. Sınav esnasında neler yapılabilir? Olumsuz otomatik düşüncelere karşı yukarıda verdiğim örnekler gibi alternatif açıklamalar getirmek ve kontrolün kendisinde olduğunu hatırlamak önemlidir. Ayrıca basit sorulardan başlamak hem kaygıyı azaltır, hem kendine güveni arttırır. Sınav sonrasında neler yapılabilir? Kendini ödüllendirmek ve eğlenceli etkinliklere katılmak gerekir. Eksikleri gözden geçirmeden önce ara verilmeli, dinlenmeli, daha sonra sakin bir biçimde geleceğe yönelik planlama yapılarak tekrar ders çalışmaya başlanmalıdır.
Unutmayın; Vazgeçenler her zaman kaybederler..
Özgül Fobiler Özgül fobiler bazı durumlar veya nesnelerden duyulan mantıksız ve aşırı korkudur. Bu bozukluk erken yaşlarda başlar. Bu kişiler genelde tedaviye başvurmazlar çünkü fobilerinin birer hastalık değil, huy olduğunu ve tedavisinin olmadığını sanarlar. Hastalar fobileriyle yaşayamaz hale gelmedikleri sürece hep psikiyatriye başvurmayı ertelerler. Örneğin hayvan fobisi olan bir kişi artık sokakta tek başına yürümek zorunda kalırsa, yükseklik korkusu olan kişi yükseğe çıkmayı gerektiren bir işte çalışmak zorunda kalırsa, uçak fobisi olan kişi uzağa taşınırsa, asansör fobisi olan kişi de kalp krizi nedeniyle merdiven kullanamaz hale gelirse tedaviye başvurur. Bu durumlarda kişide diğer kaygı bozukluklarında olduğu gibi çarpıntı, nefes darlığı, göğüste sıkışma, titreme, terleme, uyuşma, karıncalanma, baş dönmesi, bayılma gibi belirtiler ortaya çıkar. Hatta kişi bu durumları düşündüğünde ya da hayal ettiğinde bile bu belirtileri yaşayabilir. Özgül fobilerde duyulan korku mantıksızdır ve aşırıdır. Yüksek bir yerden aşağı bakmak birçok insan için heyecan verici, korkutucu olabilir, ancak fobik kişide korku o kadar aşırıdır ki, yüksek binalara çıkamaz bile. Kişi bunun aşırılığının ve mantıksızlığının farkındadır. Böyle saçma bir şeyden korktuğun için utanırlar ve genelde fobilerinden bahsetmek istemezler. Size kısaca en sık görülen fobi türlerinden bahsedeceğim: Hayvan fobileri: En sık görülen türdür. En çok korkulan hayvanların başında kedi, köpek, kuş, böcek gibi hayvanlar gelir. Kişi hayvan besleyen arkadaşına gidemez. Hatta hayvanın fotoğrafına bile bakamaz. Yükseklik fobisi: İkinci en yaygın özgül fobi türüdür. Kişi yüksek binalara çıkamaz, yüksekten bakamaz, hatta odanın içinde pencereye yakın oturamaz. Balkonda oturabilirlerse de odaya yakın tarafına oturmaya çalışırlar. Kan-yaralanma fobisi: “Kan tutması” olarak da bilinir. Bu kişiler tıbbi müdahalelerden kaçınırlar: diş hekimine gidemezler, iğnelerini yaptıramazlar. Bazı hastalar “kan” lafını duyunca bile bayılabilirler. Gökgürültüsü-fırtına fobisi: Bu kişiler sürekli hava durumunu izlerler ve havanın kapalı, fırtınalı, yağışlı olma ihtimali olduğu günlerde eve kapanırlar. Uçak fobisi: Bu kişiler uçağa binmek yerine çok daha uzun ve eziyetli yolculuklara katlanırlar. Uçağın düşeceğine dair şiddetli korkuları nedeniyle uçağın her hareketini, her sarsıntıyı dikkatle izlerler. Duydukları sesleri de motor patlaması ya da bir arıza işareti olarak yorumlarlar. Klostrofobi: Kapalı/basık yerlerden duyulan korkudur. Korkulan durumlara tipik örnekler arasında asansör, basık tavanlı odalar ve koridorlar, metro, altgeçitler vb. sayılabilir. Hastaların temel korkuları anılan yerde sıkışıp kalmak, çıkamamak, nefes alamamak, boğulmak gibi korkulardır. Mesela sinemaya gidebilseler de kapıya yakın koltuğa otururlar. Yutma fobisi: Bu hastaların tek korkusu bir şey yutarken boğulmaktır. Yemek yerken, su içerken boğazlarına kaçacağı ve boğulacaklarından korkarlar. Özgül fobilerin kesinlikle tedavileri vardır. Farklı olarak ilaçtan daha az yararlanılır. Hatta terapiyle birlikte verilmezlerse ilaçlar hastalığı daha da arttırabilirler. Örneğin uçak korkusunu yenmek için uçuş öncesi sakinleştiriciler almak, belki o yolculuğu rahat geçirmeyi sağlasa da, kişi öte yandan artık bu ilaç olmazsa hiç uçağa binemeyeceğini düşünmeye başlar. En iyi tedavi davranışçı terapi teknikleridir. Bu terapide önce kişinin korktuğu durum ayrıntılı bir biçimde değerlendirilir. Daha sonra kişinin bu durumla gitgide artan derecelerde karşılaşması sağlanır (Sistematik duyarsızlaştırma tekniği). Bu mantıksız korkuların hayatınızı ele geçirmesine izin vermeyin. Bu kısıtlayıcı zincirlerden tamamen kurtulmanız mümkündür..!
Şişmanlık (Obezite): Psikiyatrik yaklaşımlar Şişmanlık (obesite), özellikle son 30 yılda baş göstermiş olan hastalıkların en önemlilerinden biridir. Şişmanlık tek başına bir hastalık değildir. Diğer yandan kalp hastalıkları, kanser ve ruhsal bozukluklara yol açan en önemli halk sağlığı sorunlarından birisidir. Bu nedenle bu hastalıkla savaşmak, diğer ortaya çıkabilecek hastalıklara karşı da savaşmak demektir. Şişmanlığın nedenleri… Genetik etkenler, bazı beyin tümörleri, beyinde salgılanan bazı madde ve hormonlar, çevresel etkenler, yaşam tarzı, beslenme alışkanlıkları, bazı ruhsal bozukluklar, bazı fiziksel hastalıklar, kullanılan bazı ilaçlar gibi nedenleri olan bu hastalığın açıkçası en önemli nedeni yaşam alışkanlıklarıdır. Bunlar fiziksel aktivitenin azalmasına neden olan fazla televizyon izlemek ve sürekli bilgisayar kullanmak gibi kişiyi sürekli yiyecek tüketmeye ve hareketsiz bırakmaya iten alışkanlıklardır. Bunun yanında aile ve arkadaş tutumları, maruz kaldığı sosyal ortamlar, ailelerin beslenme konusundaki bilgi yetersizlikleri, düşük sosyo-ekonomik düzey gibi sosyal etkenlerin de önemi büyüktür. Obeziteye yol açan belli başlı ruhsal rahatsızlıklar arasında depresyon ve kaygı bozuklukları gelir. Özellikle mevsimsel geçişli tip depresyon hastalığında kişilerde aşırı bir yeme isteği görülür. Kişilik bozuklukları, dürtüsellik, alkol tüketimi, özgüven yetersizliği gibi psikiyatrik problemler kişiyi yemeye ve kilo almaya iterler. Bunun dışında ileride bahsedeceğim ayrı bir psikiyatrik hastalık grubu olan yeme bozuklukları arasında sayılan tıkanırcasına yeme sonrasında pişman olup kusma gibi durumların da kilo almayla güçlü bağlantıları vardır.
Obesite (Şişmanlık) ile nasıl başa çıkılır? Şişmanlıkla savaşmada asıl hedef kilo vermekten çok sağlıklı bir beslenme ve etkinlik yapma alışkanlığını kazandırmaktır. Bunun için özellikle çevreyi düzenlemek oldukça önemli bir süreçtir. Yeme alışkanlıklarının ve fiziksel etkinliğin farkında olmak, sorunlu yeme ve etkinlik davranışlarını görünür kılmak, aşırı yemeyi ortaya çıkaran ya da kolaylaştıran ortamları ve durumları saptamak gerekir. Yeme düzenini gözden geçirme, hareketsiz yaşantıyı değiştirme (özellikle TV izleme) ve aktivite seviyesini arttırmaya yönelik eğitimler başta gelmektedir. Oldukça önemli olan noktalardan birisi de hastanın bir dahiliye uzmanı tarafından da değerlendirilerek kilo alımına yol açan ek bir hastalığının olup olmadığının (guatr ve şeker hastalığı gibi) saptanmasıdır. Yalnızca zayıflamak yeterli değildir. Korumak gerekir. Özellikle bireyi aşırı yemeye iten ruhsal bozuklukların tedavileri olmaksızın tekrar kilo alımı kaçınılmazdır. En güzeli yavaş ve planlı olarak kilo vermektir. Sakın hiçbir şey yemeden hızlı kilo vermeye çalışmayın..! Hem hastalanır halsiz düşersiniz, hem de tekrar hızlı bir biçimde kilo alacağınız için kendinize inancınız sarsılır. Yukarıda saydığım başlıca ruhsal bozuklukların tedavilerinin dışında hem koruma hem de tedavi amacıyla hazırlanmış obeziteye yönelik davranış terapileri ile bu hastalığı yenmeniz mümkündür. Lütfen kilo verdirici olduğunu iddia eden reklamlara ve para tuzaklarına inanmayın. Bir dahiliye ve psikiyatri uzmanına görünün. Sağlıkla kalın. 0533 373 81 23 |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu - 21/09/2013 |
Çocuk Ergen ve Yetişkinlerde Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu |
Depresyon Nedir ? Kimler Depresyona Girer? Depresyondaki kişi kime Başvurmalıdır? - 21/09/2013 |
Depresyon kabaca ruhsal çökkünlük anlamına gelen bir sözcüktür. Gün içerisinde herkes zaman zaman kendini moralsiz, üzgün, mutsuz hatta karamsar hissedebilir. |
Depresyon Nedir ? Kimler Depresyona Girer? Depresyondaki kişi kime Başvurmalıdır? - 21/09/2013 |
Depresyon kabaca ruhsal çökkünlük anlamına gelen bir sözcüktür. Gün içerisinde herkes zaman zaman kendini moralsiz, üzgün, mutsuz hatta karamsar hissedebilir. |
Nikotin (Sigara) bağımlılığı - 21/09/2013 |
Tüm bağımlılıklarda olduğu gibi tütün bağımlılığının da altında yatan nedenlerin incelenmesi ve tedavisi psikiyatrinin konusudur. Tütünde esas bağımlılık yapan madde nikotindir. Bu bağımlılık psikiyatri alanında nikotin bağımlılığı ve nikotin yoksun |
Kaygı Bozuklukları - 21/09/2013 |
Kaygı yaşamın normal bir parçasıdır. Günlük yaşam içinde değişik konularla ilgili kaygılar duymak normaldir. Yapılması gereken bir iş, sınav, sağlık, para, çocuklar ve aileyle ilgili sorunlar birçok insanı kaygılandırabilir. |